Duygusal Yoksunluk: “Kimse Beni Anlamıyor”un Kökeni
"Beni kimse anlamıyor."
Bu cümleyi terapi odasında ne kadar sık duyarım... Bazen bir öfke patlamasının ortasında, bazen derin bir hayal kırıklığının sessizliğinde, bazen de gözyaşları içinde fısıldanır. Bu, dünyanın en kalabalık yerindeyken bile hissedilebilen, kemiklere işleyen derin bir yalnızlık hissidir.
Dışarıdan bakıldığında kişinin bir eşi, ailesi, arkadaşları, başarılı bir işi olabilir. "Daha ne istiyorsun?" diye soranlara cevap veremez. Çünkü eksik olan şey somut, görünür bir şey değildir. Eksik olan, duygusal bir bağın, "anlaşılmanın" ve "önemsenmenin" içsel deneyimidir.
Eğer siz de kendinizi sık sık "anlaşılmamış", "görülmemiş" veya "duyulmamış" hissediyorsanız, muhtemelen Duygusal Yoksunluk Şeması olarak adlandırdığımız bir hayat tuzağının içindesiniz demektir.
En "Sinsi" Şema: Duygusal Yoksunluk
Şema Terapisi perspektifinden bakıldığında, Duygusal Yoksunluk Şeması, temel duygusal ihtiyaçlarımızın (şefkat, anlaşılma, rehberlik) başkaları tarafından yeterince karşılanmayacağına dair derin, katı bir inançtır.
Bu şemayı diğerlerinden daha "sinsi" olarak adlandırmamın bir nedeni var. Kusurluluk, Başarısızlık veya Terk Edilme gibi şemalarda genellikle tetikleyici olaylar (eleştirilmek, başarısız olmak, bir ilişkinin bitmesi) daha nettir. Oysa Duygusal Yoksunluk, bir olaydan çok, bir olmayış halidir.
Bu şemaya sahip kişiler, eksik olanın ne olduğunu adlandırmakta zorlanırlar. Sadece kronik bir boşluk hissi, hafif bir melankoli ve "bir şeyler yanlış ama ne olduğunu bilmiyorum" duygusu taşırlar. Bu his onlara o kadar "normal" gelir ki, bunun bir şema olabileceğini, yani herkesin böyle hissetmediğini fark etmeleri uzun zaman alabilir.
Kökenler: "İyi" Ailelerdeki Duygusal İhmal
Bu şemanın kökleri, neredeyse her zaman çocukluk dönemine, ebeveynlerimizle veya bakım verenlerimizle kurduğumuz ilk ilişkilere dayanır.
Burada altını çizmem gereken çok önemli bir nokta var: Duygusal Yoksunluk Şeması, genellikle fiziksel şiddet, istismar veya bariz bir ihmalin olduğu ailelerde gelişmek zorunda değildir. Tam tersine, dışarıdan "mükemmel" görünen, çocuğun tüm maddi ihtiyaçlarının karşılandığı (iyi okullar, güzel kıyafetler, yiyecek) ailelerde de çok sık görülür.
Eksik olan, duygusal rezonanstır.
Şema Terapi, üç tür duygusal yoksunluk tanımlar:
Şefkat, İlgi ve Sıcaklıktan Yoksunluk: Çocuk sevilir, ancak bu sevgi fiziksel temasla (sarılma, öpme) veya sıcak, şefkatli sözlerle yeterince gösterilmez. Ebeveynler daha soğuk, mesafeli veya meşgul olabilir.
Anlaşılmaktan ve Empatiden Yoksunluk: Bu, "Kimse beni anlamıyor" hissinin doğrudan kökenidir. Çocuk duygularını (korku, üzüntü, öfke) ifade ettiğinde, ebeveyn bu duyguyu anlamak ve onaylamak yerine geçiştirir ("Ağlayacak ne var bunda?"), küçümser ("Buna mı üzüldün?") veya mantıksallaştırır ("Ama öğretmeninin de bir bildiği vardır"). Çocuk, duygularının "yanlış" veya "önemsiz" olduğunu öğrenir.
Korumadan ve Rehberlikten Yoksunluk: Çocuğun, sığınabileceği, ondan daha güçlü ve bilge bir ebeveyne ihtiyaç duyduğu anlarda yalnız bırakılması. Ebeveynin pasif kalması veya çocuğa "kendi başının çaresine bak" mesajı vermesi.
Yetişkinlikte "Kimse Beni Anlamıyor" Döngüsü
Bu çocukluk deneyimleri, yetişkinlikte kendini tekrar eden bir senaryo yaratır:
İlişkisel Seçimler: Farkında olmadan, tıpkı ebeveynlerimiz gibi bize duygusal olarak mesafeli, soğuk, narsistik veya kendi dertleriyle meşgul olan partnerler seçeriz. Bu "tanıdık" hissettirir. Sonra, bu partner bize beklediğimiz anlayışı ve şefkati vermediğinde, "İşte gördün mü, yine kimse beni anlamıyor" diyerek şemamızı bir kez daha doğrularız.
İhtiyaçlarını İfade Edememe: Bu şemaya sahip kişiler, ihtiyaçlarını nasıl ifade edeceklerini bilemezler. Ya hiç talepte bulunmazlar ("Zaten anlamayacaklar, ne gerek var?") ya da ihtiyaçları çok biriktiğinde öfkeli, talepkâr bir çocuk gibi patlarlar, ki bu da karşı tarafın savunmaya geçmesine ve onları yine "anlamamasına" neden olur.
"Almayı" Becerememe: İşin trajik kısmı, biri onlara gerçekten şefkat veya anlayış gösterdiğinde bile, bu kişiler bu sevgiyi "içeri almakta" zorlanırlar. Gelen ilgiye şüpheyle yaklaşırlar ("Benden bir çıkarı mı var?"), onu küçümserler veya kendilerini bu ilgiye layık görmezler.
İyileşme: O Boşluğun Adını Koymak
Terapi sürecinde, bu şemayla çalışırken yaptığımız ilk şey, o tanımlanamayan boşluk hissine ve "anlaşılmama" duygusuna bir isim koymaktır: Duygusal Yoksunluk.
Bu, danışan için muazzam bir aydınlanma anıdır. "Demek ki ben garip değilim, demek ki ben 'fazla duygusal' değilim, sadece çocukken karşılanmamış temel bir ihtiyacım varmış."
Terapi, öncelikle bu şemanın kökenlerini anlamak ve oradaki o yalnız çocuğun acısını terapötik ilişki içinde onarmakla başlar. Terapist, danışanın ihtiyaç duyduğu o empatik, anlayan ve doğrulayan "Sağlıklı Ebeveyn" rolünü üstlenir. Danışan, hayatında ilk kez, duygularının "yanlış" olmadığını, "görülmeye" değer olduğunu deneyimler.
İyileşme, artık "Beni kimse anlamıyor" çaresizliğinden çıkıp, "Anlaşılmaya ihtiyacım var ve bu ihtiyacımı karşılayacak sağlıklı ilişkileri nasıl kurabilirim?" sorusuna geçtiğimizde başlar. Bu, geçmişin boşluğunu bugünün sağlıklı bağlarıyla doldurma yolculuğudur.