Fedakarlık Tuzağından Neden Çıkamıyoruz?
Kliniğe gelen danışanlarımda en sık gözlemlediğim ve üzerine en çok çalıştığımız konulardan biri, kişinin kendi ihtiyaçlarını sürekli ertelemesi ve başkalarını memnun etme uğruna kendini tüketmesidir. Toplumumuzda "fedakarlık" çoğu zaman bir erdem, ulvi bir davranış olarak yüceltilir. "İyi insan" olmanın, "iyi bir evlat", "iyi bir eş" veya "iyi bir dost" olmanın yolu, kendi isteklerimizden vazgeçmekten geçiyormuş gibi öğretilir.
Peki, bu "verme" hali ne zaman sağlıklı bir yardımlaşma olmaktan çıkar da, kişinin kendi ruh sağlığını kemiren bir tuzağa dönüşür? Ve neden, sonuçları bu kadar ağır olmasına rağmen, fedakarlık yapmayı bırakamayız?
Bu sorunun cevabı, genellikle derinlerde yatan psikolojik ihtiyaçlarımızda saklıdır.
1. Onaylanma Açlığı ve Terk Edilme Korkusu
Birçoğumuz için fedakarlığın temel motivasyonu "sevilme" ve "kabul görme" arzusudur. Kendi değerimizi, başkalarına ne kadar "faydalı" olduğumuzla ölçmeye şartlanmış olabiliriz.
"Hayır" dediğimizde bencil olarak etiketlenmekten, sevilmemekten veya en kötüsü, terk edilmekten korkarız. Bu terk edilme korkusu o kadar yoğundur ki, sırf o ilişki (arkadaşlık, romantik ilişki, aile bağı) devam etsin diye kendi sınırlarımızı ihlal etmeyi göze alırız. Fedakarlık, bu senaryoda, sevgiyi "satın almanın" bir yolu haline gelir. "Eğer yeterince verirsem, beni bırakmazlar" düşüncesi bu döngüyü besler.
2. Öğrenilmiş Roller ve “Fedakarlık Şeması”
Ruh sağlığı alanında "şemalar" dediğimiz, çocukluktan itibaren geliştirdiğimiz kalıplaşmış düşünce ve davranış biçimleri vardır. "Fedakarlık Şeması" (Self-Sacrifice Schema) da bunlardan biridir.
Eğer çocuklukta, ebeveynlerinizin (veya bakım verenlerinizin) ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarınızın önünde tutmak zorunda kaldıysanız, örneğin hasta bir ebeveyne bakmak veya ailenin "akıllı uslu" çocuğu olmak gibi bir rol üstlendiyseniz, yetişkinlikte de otomatik olarak bu role devam edersiniz. Başkalarının acılarına ve ihtiyaçlarına karşı aşırı duyarlı hale gelir, kendi acınızı ise duymazdan gelirsiniz. Bu, bir seçim değil, öğrenilmiş bir otomatik pilottur.
3. Suçluluk Duygusuyla Başa Çıkma
Bazı insanlar için fedakarlık, yoğun suçluluk duygularıyla başa çıkma mekanizmasıdır. Kendilerini doğal olarak "yeterince iyi" veya "değerli" hissetmediklerinde, bu eksikliği gidermek için sürekli başkalarına "iyilik" yaparlar. Kendi ihtiyaçlarına odaklandıkları en ufak bir anda, kendilerini suçlu hissederler. Başkalarının yükünü omuzlamak, bu içsel suçluluk duygusunu geçici olarak hafifletir.
Fedakarlığın Ağır Bedeli: Tükenmişlik
Sürekli başkaları için yaşamanın bir bedeli vardır: Tükenmişlik (Burnout). Başkalarını memnun etmeye çalışırken, en çok ihmal ettiğimiz kişiyle, yani "kendimizle" olan bağımızı kaybederiz.
İlişkilerde öfke birikir. Çünkü verdiğiniz fedakarlığın karşılığı (takdir, sevgi, ilgi) beklediğiniz gibi gelmediğinde, hayal kırıklığı ve içerleme başlar. Oysa en başta kimse sizden bu kadarını istememiş olabilir.
Nasıl Çıkılır Bu Tuzaktan?
Fedakarlığı bırakamıyorsanız, durup kendinize şu soruyu sormanız gerekir: "Bu davranışımla hangi temel ihtiyacımı karşılamaya çalışıyorum?"
Belki de ihtiyacınız olan şey başkalarının onayı değil, kendi "öz-şefkatiniz"dir.
"Hayır" demeyi öğrenmek, bencillik değildir. "Hayır" demek, kendi sınırlarınızı fark etmek ve başkalarına nerede durmaları gerektiğini sağlıklı bir şekilde ifade etmektir. Kendi ihtiyaçlarınıza yer açmak, ruhsal bir gerekliliktir.
Unutmayın, terapi odasında en çok vurguladığımız şeylerden biri şudur: Sürekli başkalarına su taşırken susuz kalan siz olursanız, bir süre sonra taşıyacak suyunuz da kalmaz. Önce kendi bardağınızı doldurmalısınız.